Share
 

 baya güzel kapaklar

View previous topic View next topic Go down 
Pavel Pravdin
profesör asistanı profesör asistanı
Pavel Pravdin
Gerçek İsim : volk

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar EmptyWed Jun 18, 2014 8:33 pm

Yağmurun ardından çevreye yayılan toprak kokusu Pavel Pravdin’i mest eden şeylerden biriydi ve dersliği hazırladıktan sonra dersin başlamasına on beş dakika kala seranın önüne çıkmış, güneşi kapatan heybetli ağaçların altında huzur bulmuştu.  Asistan olmaya karar verdiği güne şükrediyordu genç adam; sevdiğin işi yapmak ne güzel şeydi. Burada olmasa Bakanlık’ta da olmak istemezdi, babasının yanında da. Hele babasının yanında hiç olmak istemezdi; Matyev Pravdin ile arasındaki mesafe belki de kardeşlerine göre daha kısa, annesine göre daha uzundu –tabii- ama adamla ne zaman konuşsa hava soğuyordu ve hayır, bunun nedeni Rusya’nın iklimi değildi. Yine de ilk çocuk olmanın avantajları vardı ve bunların başında, özellikle ailesinin yaşadıklarından sonra, ebeveynleriyle ilişkisinin halen iyi olması geliyordu. Eğer şu anda üvey kardeşlerinin yerinde olsa Pravdin malikanesine adımını atmak bile istemezdi – böyle Pravdin-olmayan bir biçimde oradaki yaşamı kız kardeşlerininkinden daha zor olurdu. Şimdi kabul görüyordu çünkü yeryüzünde uzun süredir bir Pavel vardı ve bu süre zarfında kendisini kabul ettirmeyi başarmıştı. En azından üvey kız kardeşlerinin babalarının Pravdin kanını tam anlamıyla taşıdığını düşünüyordu; onda ise bu pek yoktu. Görüyordunuz işte, gerçek bir Pavel Pravdin’in ortaya çıkması için birinin Pravdin kanı akan o damarlardan birini bulup bayağı bir bastırması gerekiyordu. Elini cebine soktu, dokunduğu kağıdın ne olduğunu bir an hatırlayamadı. Pavel’in Pravdin damarını bulan nadir kişilerden Lukasz’ın ve isimsiz arkadaşının kendisi hakkında yazdıklarıydı eline gelen şey. Gülümsemeden edemedi, o günden beri bu Gryffindor – Slytherin ortak dersini bekliyordu ve sonunda vakit gelmişti. Arazide beliren öğrenci sürüsü seraya doğru yürüyordu. Pavel bu toprak kokusuna veda etmeli ve içeri girmeliydi. Hah, sanki içerisi hiç doğa kokmuyordu!

Masasına geçti ve sandalyesine oturdu. Önünde ciyakşak sayfası açık olan ders kitabında yazanları incelerken gözleri bazen kapıya kayıyor ve malum kişinin gelmesini bekliyordu. Fakat gelen öğrencilerin sayısı arttırkça onu girişte görebileceği umudunu yitirdi – zaten niye böyle bir şey ummuştu ki? Ders sırasında muhtemelen şiirleri kadar özel olduğunu düşündüğü o kağıdını iade edecekti Lukasz’a. Kapıda görmesine gerek yoktu tabii! Sınıf bir süre sonra doldu ve Pavel geçen derste söylediklerinin aynısını anlatmaya başladı. Yaşanan gürültülü olaydan sonra Rose dersi tekrar işlemeye karar vermişti çünkü bir önceki sözü geçen olay nedeniyle yarıda kesilmişti. Şu an dersi Pavel’in anlatıyor olmasının da bunun bir tekrar olmasıydı.

“Daha önceki dersten hatırlayabileceğiniz gibi, ciyakşaklar yarı-duyarlı bitkilerdir. Onlara yarı-duyarlı dememizin sebebi, acıyı ve hazzı hissedebiliyor olmaları. Ciyakşaklar ayrıca fark edebileceğiniz gibi hareket edebiliyor ve... çığlık atabiliyorlar. Pavel masasından ayrılmış ve sınıfı turlamaya başlamıştı. “Geçenki vakayı yeniden yaşamayalım diye, bu kez ejderha gübrelerinizi sıralarınıza uygun miktarda koydum.” İşte oradaydı, masanın karşısında. Pavel Pravdin’in gözleri Lukasz’ınkileri bulmuştu ve geri çekmemişti yeniden konuşmay başlayana dek. Pek şaşırtıcı olmayarak, Lukasz da gözlerini kaçırmamayı tercih etmişti. İnatçı her yerde inatçıydı tabii. “Fidelerinizi saksılarınıza yerleştirirken dikkatli olun, zarar görmesinler. Ciyakşaklar hakkında anlattıklarımın aynısı ders kitaplarınızın 258. sayfasında yer alıyor.” Lukasz’ın elinde kalemi vardı, muhtemelen çok özel şeyler yazmakla meşguldü siyah kapaklı defterine. Fakat Pavel onu gizlice izlerken, çocuk kalemi elinden bırakmayı ve derse katılmayı akıl etmişti. Profesörü ona kızmadan bunu düşünebilmiş olması güzeldi, Pavel içindeki Pravdin’in ortaya bu kadar sık çıkmasından pek hoşnut olmazdı.

“Aferin Vitaly.” Erkek kardeşinin başında durdu ve saksısına göz attı. Herhalde bu Bitkibilim yeteneğini ağabeyinden almıştı. Erkek kardeşine ayrı davranıyor demeyin; Pavel, fidesini saksısına güzelce yerleştirmeyi başarmış tüm öğrencilerini sırayla aferinliyordu. Birçoğu halen fideleriyle boğuşuyordu. Bir ara bir ciyakşak yüksek bir ses çıkarmış ve Pavel tarihin tekerrür etmesinden bu durumda hoşlanmadığı için hızlıca buna sebep olan öğrencinin yanına gitmiş ve olaya müdahale etmişti. Asıl olay Pavel’in Lukasz’ın yanına gelmiş olmasıydı. O da fidesini saksısına başarıyla diken öğrencilerken biriydi. “İyi iş Lukasz,” dedi Pavel. Cebinden biraz önce çıkarmış olduğu kağıdı çocuğun siyah kaplı defterinin üzerine koydu. Bunu yaparken bitkiyi inceliyormuş gibi eğilmişti, kimse görmesin diye. İyi iş derken de saksıyı mı yoksa kağıdı mı kastediyordu, bunu da Lukasz düşünsündü. Günlerdir aklında dönüp duran şeyi yaptığı için mutlu oldu ve öğrencilerin saksılarını incelemeye devam etti genç asistan. Kağıdı görünce Lukasz’ın yüzünde oluşan ifadeyi hep merak edecekti – şimdilik yalnızca yan profilden görebiliyordu ve bayağı efsoydu.
Back to top Go down
Łukasz Czesław
gryffindor vii. sınıf gryffindor vii. sınıf
Łukasz Czesław
Gerçek İsim : volk

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: Re: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar EmptyWed Jun 18, 2014 8:33 pm

Gece denize açılan balıkçıları sabahın köründe bekleyen tekirinden bir kediydi. Kuyruğu kesikti, gözlerinden birini kaybetmişti manası ona açıklanmayan kavgaların birinde. İsimsiz bir tanrıçanın gelip rengi meçhul düşlerinden onu ayıran çocukluğundaydı tüm gece. İçtiği sigaraların bıyığını sararttığı bir adamın hayatının hikayesini dinledi kafasındaki ezgide. Sesindeki huzurlu kararsızlık kelimelerinden fazlasını verdi aslında, suskunluğu konuştu yıldızların parladığı o yerde ve kendisi derin bir bekleyişin içinde. Boğazını gıdıklayan çığlıklar vardı, kalbine yüklenen ağırlıklar ve sakladığı laflar tekirin. Uyuyamamıştı günlerce, gecelerce. Kör bir yeniğe yazmıştı durmadan. Postacısı deniz, zarfı dibini gördüğü şişeleriydi. Gece denize açılan balıkçıları sabahın köründe bekleyen tekirinden bir kediydi. Yarattığı, durmayan dünyasının durağan bir noktasında değişmemiş, beklemiş ve beklemişti. Kapanmayan gözleri eli fenerli şafağı karşılarken parlak bir sulu boyayla çizilmiş manzaraya bakıyordu. Sönmüş bakışları şimdi kendilerini hiçliğe kaptırmak isterken Łukasz hastalıklı bir keyifle zincirlenmiş halde kalktı oturduğu yataktan ve tüm günü de böylece, kahvaltıda kemirilen bir tost, inadı, öğle yemeğinde mideye inen birkaç patates kızartması, uykunun mırıltıları ve kelimelerle geçip gitti. Arkadaşlarının direktifleriyle girdiği dersliklerden sonra etrafındaki çehrelerin azalışı ve ders programını açışıyla gördüğü bir Bitkibilim dersiydi ve ölümün kardeşi gitgide güçleniyorken seraya giden, yağmurla ıslanmış taşları takip etme gerekliliğinin güzel bir tarafı yoktu. Yörüngesini koruma çabaları sonuç vermiş, bitki kokusunun artık onu pek de büyüleyemediği mekana girip kendisine boş bir yer seçip oturmuştu. Biraz sonra Pavel Pravdin gelip de konuşmaya başladığında ise ilgisi fazlasıyla dağılmış olacaktı.

Genç asistanın neredeyse her tonunu duyduğunu düşündüğü sesi bu defa gayet yumuşakken ve muhtemelen sınıfın en yüksek rütbelisi olmasının verdiği gururla net çıkıyordu. Yakışıklı yüzünde beliren mimiklerini el ve kol hareketleriyle tamamlaması dersine olan ilgiyi herhalde arttırıyordu ki uyuklayan bir o vardı. İsteksizliği yorgunluğuna ekleniyor, doğanın ağır kokusu anasonla rezene etkisi yaratıyordu bünyesinde. Uyanık kalabilmek adına yapacağı en mantıklı hareket defterine sarılmaktı şu durumda. Eline alıp döndürmeye başladığı kalemi onu zihnini zorlamaya iterken yeşil irisleri, Pavel'in bugün Pravdinlikten epey uzak bakışlarıyla buluşup o, dinlemediği konuşmasına devam edene dek ayrılmadı. Aslında ne adamı ne de tartışmalarını düşünmüştü seradan çıkışının ilk birkaç saati dışında. Kütüphanede kuzeniyle buluşup ettiği yardımlarla, oynadıkları cesaret oyunlarıyla, dersleriyle falan bitirmişti gününü. Sonra da hiç önceliği olmamıştı en azından görünürde ancak karşısında gördükçe hatırlıyordu ve hatırladıkça tavırlarının değişmesini de engelleyemiyordu. Geçmişi ona hatırlatan her şeye karşı cephe almak zorunda hissediyordu, gözlerine düşmüş kara perdelerin başka bir açıklaması olamazdı zaten fakat askıya alabilirdi, sonuçta koca bir sene buradalardı ve pişman olmaktan korkmuyordu. Defterine döndü ve Pavel, talimat verene dek kafasını kaldırmadı. Bitirmesi gereken bir sınıf olmasaydı yazmaya devam ederdi kuşkusuz ama o kadar da önemsemiyordu olayı, dolayısıyla uykusuna yenik düşmeden baş etmesi gereken gürültücü bir bitkisi vardı ve konsantrasyonunun büyük bir kısmını hak ediyordu.

Profesörünün beğenisine karşılık teşekkür etmişti Łukasz. Gayet medeni ve seviyeli bir ilişkileri olabilirdi yani Pavel'in Slytherin kanı akışını durdurmuş olsaydı belki fakat belli ki olmamıştı öyle bir şey. Defterinin üzerine bıraktığı beyaz kağıt tezatlığıyla yeterince dikkatini çekmişti, ne olduğuna bakmak için eğilip durumu kavradığında bayağı sinirlenmişti be. Adamın yaptığının resmen pişkinlik olduğunu düşünürken içinden mi dışından mı bilmiyordu, bayağı küfretti. Burnundan aldığı nefesler derinleşiyordu, uyuşan bedeni sallanmaktan yorulmuş bacaklarının kontrolünü ele almaya çalışıyordu ama alamıyordu tabii ki. Beyni durmuştu ve gerilmişti bir kere, önünü ancak uyku alabilirdi şu an ve gün boyunca olmadığı kadar güzel geliyordu düşüncesi bile. Başına saplanan ilk ağrıdan önce çoktan dalmıştı. Uyandığında hatırlayamayacağı rüyasında Pavel Pravdin'i on beş farklı yoldan öldürüyordu, bu da güzel bir anekdottu.
Back to top Go down
Pavel Pravdin
profesör asistanı profesör asistanı
Pavel Pravdin
Gerçek İsim : volk

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: Re: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar EmptyWed Jun 18, 2014 8:34 pm

Pavel Pravdin, kağıdı aldıktan sonra Lukasz’ın nasıl tepki verdiğini tam olarak görememişti ve bir süre sonra bunun için çabalamayı bırakmıştı. Fidelerini başarılı bir şekilde saksılarına diken öğrencilerin sayısı çoğunluktaydı ve tek başına işlediği bir dersi daha başarıyla sonuçlandırmıştı. Gurur duydu kendiyle, şüphe yoktu ki iyi bir Bitkibilim profesörü olacaktı. Tabii bunun için öncelikle Rose’un profesörlükten emekli olması gerekiyordu ve maalesef Pavel bunun pek yakında olduğunu düşünmüyordu. Fakat belki de müdireliğe devam edip sadece profesörlüğü bırakırdı ki bu da muhtemel bir şeydi – yine de Pavel bulunduğu konumdan memnundu. Teknik olarak bir profesördü işte, yalnızca derslerde birilerine eşlik etmek zorundaydı, o kadar. Bazense böyle şanslı olabiliyor ve dersi tek başına yürütebiliyordu. O gün düzenlediği tekrar dersinin sonuna yaklaşıldığında herkesin saksısında fidesi yer alıyordu; iyi dikilmiş ya da dikilmemiş, fark etmezdi. Sandalyesinden kalktı ve sınıfı tebrik ettikten sonra “Dağılabilirsiniz. Bir sonraki derste görüşmek üzere,” dedi ve sandalyesine geri döndü. Önündeki açık sayfanın köşesine minik harflerle notlar alırken serada, sınıfı terk eden öğrencilerin sesleri yankılanıyordu. Ona gelen birkaç soruya kısa cevaplar verdi genç asistan, başını kitabından nadiren kaldırdı. Dedikoduların ve kahkahaların gürültüsü uzaklaştığında seranın boşaldığını düşündü Pavel, saksıları kaldırma vaktiydi. Başını kaldırırken asasını da eline almıştı ki derslikte yalnız başına olmadığını fark etti ve kafasını kolunun üstüne yaslamış öğrencinin kim olduğunun farkına varınca gülümsedi. Asasını sallayıp saksıları harekete geçirdikten sonra ayağa kalktı ve çocuğun yanına yanaştı. Uyuyordu ve – ve kesinlikle çok anlayışlı bir profesör olacak Pavel Pravdin, onu uyandırmayacaktı.

Saksılar seranın arka tarafındaki yerlerini bulduklarında Lukasz’a bakmayı kesip masasına dönmeye karar vermişti fakat ona bir dürtü engel oldu. Genç Gryffindorun kolunun altındaki kitap, Pavel onun yaşındayken tam da bu serada kullandığı kitaptı ve içi binlerce şeyle doluydu. Hazır eline geçmişken biraz göz atabileceğini düşündü – birazdan da fazla, hatta. Sonuçta onun kitabıydı! Pavel çocuğun kolunun altından kitabı dikkatlice çıkardı ve ilk sayfadaki kiril alfabesiyle Pavel Pravdin (Павел Правдин) yazısını görünce gülümsedi, zihnine öğrencilik yıllarından görüntüler doluştu. Sayfaların her bir yerine iliştirilmiş Bitkibilim tüyolarına, şiirlerine, alıntılarına göz atarken bir ara çocuğun karşısına oturdu ve kitabı masaya koyup öyle incelemeye devam etti asistan. Bu sırada gözü kitaptan çocuğa kaymıyor da değildi – bir cümleyi okuduktan, sayfayı çevirdikten sonra kafasını kaldırıp gence göz atmadan duramıyordu bizimki. Nedendi acaba, bir Allah bilirdi. Bir kaldırışında Lukasz’ın hareketlendiğini gördü ve uyandığını anladı. Çocuk kafasını kaldırdığında önce çevresine anlamsız bakışlar attı. Pavel’in karşısında durduğunu gördüğünde ise “Aha! Profesör!” diyerek kendine çeki düzen vermedi ki Pavel Pravdin böyle bir şey ummuyordu zaten. Lukasz’ın nasıl bir tip öğrenci olduğunu geçen dersin sonrasında çok iyi anlamıştı. Bunun yerine önce asistana, sonra da önündeki kitaba göz attı. Pavel bu sırada gözlerini ondan ayırmadan gülümsüyordu çünkü o öyle yapardı; Lukasz eğer uykulu modundan kurtulduysa muhtemelen ona sinir olmuştu.

“Günaydın Lukasz.” Tatlı bir gülümsemeyle söylemişti bunu ama tonunda yaşanan olayların etkisi yüzünden pek de samimi olmadığı anlaşılıyordu. Çocuğun bakışlarının önündeki kitaba yöneldiğini görünce hemen kendini savunmaya girişti Pavel. “Teknik olarak bu benim kitabım.” Bu sefer haklıydı ve buna karşı gelemezdi Lukasz. Sonra bir şeyi fark etti Pavel ve zihninde yanan ampul neşeyle kahkaha attı ama sesi dışarıdan duyulmadı. “Görüyorum ki sen de benim özel notlarımı ve şiirlerimi okuyormuşsun.” Devamında ne geleceğini tahmin etmişti herhalde Lukasz, sonuçta zeki bir Gryffindordu. “Meğer ödeşmişiz.” Pavel tavrından dolayı kendini daha çok bir öğrenci konumunda hissediyordu. Lukasz’a bir Slytherin olarak laf sokuyordu – herhalde aynı dönemde okumuş olsalar asla anlaşamazlardı ve sürekli kavga ederlerdi. Şu anda da pek bir fark yoktu gerçi; Pavel’in gençten yüksek olan konumu aralarındaki gerginlikten doğabilecek şeyleri bastırmaya yetmiyordu. Yine de herhangi bir durumda karşısındaki, yeni uyanmış gözlerle ona bakan Gryffindor’a ceza yazabileceğini bilmek onu rahatlatıyordu. Fakat bunu yapacağını düşünmüyordu, sonuçta her şey şu an olduğu şekilde daha eğlenceliydi. En azından Pavel eğleniyordu. Sevişseler bu kadar eğlenmezdi herhalde. Tabii, büyük konuşmamak lazımdı. Önce onu da bir denemesi lazımdı.
Back to top Go down
Łukasz Czesław
gryffindor vii. sınıf gryffindor vii. sınıf
Łukasz Czesław
Gerçek İsim : volk

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: Re: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar EmptyWed Jun 18, 2014 8:34 pm

Gözlerini açtığında beklentisi yeşil bir ormandı üzerindeki sisin yeni yeni dağıldığı. Arazi kızıla boyanırken uyanmış olmayı düşlüyordu, mayıs güneşi yeşil tepelerin ardından doğuyordu. İlkbahar başka bir güzel oluyordu hayallerinde. Kuşlar uçuşup şarkılarını mırıldanıyorlardı. Çeşit çeşit çiçekler yaşlı meşelere sığınıyor, gece boynuzları ölü dalları hatırlatan geyiklerden kaçıyorlardı. Oğlanda her şey biraz daha canlanıyordu, kadife kanatlarını çırpan kelebekler bile rüzgârla yarışa giriyorken o dönüyor, dönüyor ve dönüyordu. Saçları meltemle valse tutuluyordu, güneş onu hiç yakmıyordu. Gülüyordu neşeyle. Epey de memnun oluyordu halinden, harap kulübesinin pencerelerinden giren her ışığı hapsetmeyi bile düşünmüyordu. Ne de olsa her zaman yenileri geliyordu ve eskisinden de kudretli hissettiriyordu. Ancak beklentilerinin aksine gördüğü, isimlerini en azından şu an için bilmek istemediği bitkiler olmuştu gözlerini açtığında. Siyah kazağını kıvırdığı kolunun üzerine yerleştirdiği başı yan dönmüş haldeydi. Burnunda dağılan kokular o denli rahatsızlık veriyordu ki büyücüye, yüzünün ekşimesine engel olamadı. Uykusu sırasında hissetmediği baş ağrısı koltuğuna iyice yerleşmişti, damarlarının atışını parmaklarını şakağına bastırmadan da gayet iyi fark edebiliyordu. Camekanın neresi olduğunu kavrayamadığı saniyeler boyunca beyni, alışık olmadığı bir uyuşuklukla açılmayı bekliyor gibiydi. Normaldi, epey acı çekiyor olmalıydı dakikalardır. Kulağına gelen birkaç kitap sayfası hışırtısı, zeminde ritm tutan bir çift ayakkabı sesiyle birleşip anlamını bulurken kaşları çatıldı ister istemez. Kolunun uzandığı masanın uzunluğuyla aşınmış kenarları nerede olduğu hakkında birkaç ipucu daha vermişken şansına bir lanet okuyup başını kaldırdı. Elleriyle gözlerini ovuyordu ve gerçekten ağlamak istiyordu o an çaresizliğinden. Şuradan kurtulduğu an gidip birkaç iyilik yapacak, karmaya kendisini affettirecekti.

Pravdin'in tatlı günaydını yüzünü iyice buruşturma isteğinden fazlasını yaratmadı Łukasz'ta fakat engel oldu kendisine. Uyuşmuş kolu yanında hissizce duruyorken o da "Günaydın efendim." dedi adamın dersinde uyuduğu gerçeğini unutmaya çalışarak yüzsüzce. Kendi hesabında bir süre saygı göstermesi gerektiğini asla düşünmüyordu asistana. Tavırlarıyla bir öğrenciden farkı kalmış gibi değildi. Elinde tuttuğu kitap da aksini düşündürtmüyordu. Uyanıklığa alışmaya çalıştığından herhalde, elinde olmadan bezgin bir ifadeyle bir kitaba bir Pravdin'e baktı. Oysa elbette sıkılmamıştı ve itiraf edemese de sonsuza kadar devam ettirmek zorunda kalsa memnun bile olurdu. Adamın sözlerine karşılık sessizce gülmüştü. Ödeştik? Yirmi dört yaşında olduğuna dair ciddi şüpheleri vardı şu an büyücünün ve tahmin edersiniz gülmekle de yetinmemişti. "Elinizdeki ulaşmakta zorluk çekilmeyecek bir ders kitabı. Bu da bana bazı riskleri almış olduğunuzu düşündürtüyor. Dolayısıyla bir ödeşme söz konusu değil sanırım Profesör." Pürüzsüz ses tonunu örttüğü ciddi tonun altında şen bir çocuk kahkahası saklıydı, gözlerini okuyabilecek kadar yakınlaşmış olsalardı belki, Pravdin de bunu anlayabilirdi. Yüzündeki tebessüm de hâlâ nöbetindeydi. "Özel kavramı konusunda ciddi ayrılıklarımız olduğu da bariz." Ölçüsünü kaçırmış olabilirdi belki sınırının fakat hiçbir iyi bir niyetle ona iade edildiğini düşünmediği notunun acısını laflardaki cambazlığıyla çıkartmayacaksa ne yapacaktı? Kendisini bir şekilde bu oyuna kaptırdığı da reddedilmeyecek bir gerçekti. Sandalyeden kalkıp masasına yönelen profesörünün vereceği karşılığı da bu yüzden saklayamadığı bir heyecan ve belki de hevesle bekliyor olmalıydı. Neye karşı bir açlıktı bu, bilmiyordu. Düşünmek için de fazla komplike bir durum olduğunun farkındaydı, uğraşmıyordu.
Back to top Go down
Pavel Pravdin
profesör asistanı profesör asistanı
Pavel Pravdin
Gerçek İsim : volk

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: Re: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar EmptyWed Jun 18, 2014 8:34 pm

Söyleyeceklerini söyledikten sonra bir zamanlar onun olan kitabın kapağını kapatıp gencin önüne iten Pavel, sandalyesinden kalkmış ve bu sohbetin kesinlikle onun cümleleriyle bitmediğinden emin bir şekilde masasına yönelmişti. Ancak biraz önce olduğu gibi, yine masasına varamamıştı ve bu sefer ona engel olan bir dürtü değil, halen sandalyesinde oturan, yeni uyanmış öğrencisinin beklendik sözleriydi. Bu Gryffindorluyu yeterince iyi tanımıştı asistan ve ne derse desin, onu susturamayacağını ve ondan mutlaka bir şeyler işiteceğini biliyordu. Olduğu yerde döndü ve gözleri Lukasz’ınkileri buldu. Yüzüne, her zaman orada olan ve altındaki anlamı muhtemelen kestiremeyeceğiniz fakat, spoilers, bu sefer, Lukasz’la yaptığı her sohbetteki gibi, ukalalık taşıyan o gülümsemesini yerleştirdi ve pür dikkat dinledi genci. Kollarını göğsünde kavuşturmuştu bu sırada ve gözlerini karşısındaki yeşil gözlerden ayırmaya niyeti yoktu. Pavel çocuğa dik kafalı ve inatçı gibi sıfatlar takıyordu fakat bu sıfatların kendisine de Pravdinliğinden olsa gerek ve Lukasz kadar olmasın ama bayağı uyduğundan haberi var mıydı acaba? İki büyücü de ateşe ateşle karşılık vermeye kararlıydı ve böyle bir durumda sağlıklı bir sonuca ulaşabilecekleri düşünülemezdi – mi acaba?

Gencin söyleyeceklerinin bittiğinden emin olduğunda güldü ve direkt cevabı yapıştırdı. “Diyor, çok özel defterini öylece korumasız bir şekilde dersliğimde bırakan çocuk.” Bir defter nelere sebep olmuştu! Pavel kendini öğrencilik yıllarında gibi hissediyordu. Belki bu olaya bir profesör tanık olsa hem Pavel’i hem Lukasz’ı haksız bulurdu çünkü muhtemelen, müstakbel Bitkibilim profesörü bu şekilde davranarak konumunun gereklerini yerine getirmiyordu ve karşısındaki asistan her ne kadar konumuna uygun davranmasa da, Gryffindor öğrencisi de rütbesi yüksek birine böyle davranarak saygısızlık ediyordu. Pavel birincisine itiraz ederdi ve Tanrı biliyordu ki Lukasz da ikincisine – hatta belki de itiraz etmekle kalmaz, kelime oyunları ve dikkatle kurulmuş cümlelerle bu yargılamayı yapan kişiyi yerin dibine sokardı. Sokardı, gerçekten. Sivri dilli bu oğlanın arkadaşlarıyla ilişkisinin nasıl olduğunu merak etti Pavel. Acaba hiç var mıydı? Onlara da böyle karşılık veriyor muydu? Kafasını sıradan bir öğrenciye fazla yorduğunu düşündü bir an – geçen seferki gibi seradan kov gitsin, değil mi? Ama yapmayacaktı. Kabul etmediği kibirinden miydi bilinmez ama zaferi kazandığını hissetmeden bunu sona erdirmeyecekti. “Sınıfımda bulduğum kayıp bir defterin sahibini öğrenmek için sayfalarını karıştırmış olmamın masumiyeti konusundaki düşüncem değişmedi Lukasz. Bir dahakine şiirlerini ortalıkta bırakmamaya çalış. Onları okuyan başkası da olabilirdi ve belki de değerli defterini sana iade etmezdi.” Sakin ve kesin bir tavırla sözlerini tamamlayan asistan şüphesiz ki başka bir evrende böyle yapmazdı ve cümlelerinin yerini “seni zeviyorum”lar alırdı ama şansa bakınız ki bu evrende yaşananların şu anki evrenimizde de gerçekleşmesine epey vakit vardı ve pavelukaşk şipırları ağlasındı. Ama bu rol oyunu sonlanmadan önce Pavel’in masasına tekrar yönelecekken yine geri dönüp (acaba o masaya hiç varabilecek miydi) gülümseyerek diyeceği son bir şey daha vardı. “Bu arada, şiirlerimi nasıl buldun?” Çünkü o Lukasz’ınkileri bayağı beğenmişti fakat bunu belirtmesine rağmen karşılığında teşekkür alamamıştı. Lukasz onunkileri yiyorsa beğenmesindi.
Back to top Go down
Łukasz Czesław
gryffindor vii. sınıf gryffindor vii. sınıf
Łukasz Czesław
Gerçek İsim : volk

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: Re: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar EmptyWed Jun 18, 2014 8:34 pm

Karşısındaki adamın bakışlarını zihnine kazımak istercesine bakıyordu Łukasz gözlerini kırpmadan dinlerken bir yandan da. Kendisini gizlemeye çalışmamıştı daha önce. Şimdi, yeşilleri Pravdin'e kalkmışken de muhtemelen açık bir kitaptı ve var olmayan iğnelerini asistana batırmaya çabalıyordu. Ancak farkında olması gereken şuydu ki sarışın adam ilk günden yıkılacak değildi. Son günden yıkılacak da değildi! Hatta gün gelecek Łukasz ağlayacak, Pavel gülecekti belki. İnanması güçtü, evet ama neyse, konu bu değildi. Daha oralara çok vardı ve şu an tek yaptığı dinlemekti gerçekten. Ne gözlerinin rengi hakkında uzun uzun düşünüyordu ne de yüz hatları bir kaya kadar sertleşiyordu ona odaklandığında, onunla konuştuğunda. Epey de vakit vardı daha o kıvama gelmesine hatta. Kendisinin zamanında olay sadece bir eğlenceden ibaretti. Öyle olmaya da devam etti seranın saatinin tik-takları duyulurken, geçerken saniyeler. Yüzlerinde tekinsiz gülüşler vardı her ikisinin de ve Łukasz, Büyük Salon'un boş olduğu bir anında, tüm dikkatini önündeki büyücü satrancına vermişken aklına düşecek Neden? sorusunu cevaplandırmakta güçlük çekecekti. Pravdin de herhalde farklı bir durumda değildi zira şu an yapması gereken oğlana açıklamalarda bulunmak veya söylediklerine cevaplar vermek değildi. Dersliğinden kovmalıydı, bir cezaya çarptırsa fazla bile olmazdı. Fakat işte, o an, kafası biraz farklı çalışıyordu ve kesinlikle Rus güzeli Pravdinlerin ünikornuyla arasında statü falan bırakmamıştı. Söyleyeceklerini bir yerde durduramayacağı anlamına da geliyordu bu, en fazla yeni tanışmış olduğunu kabul edebileceği bir yabancıya olacağı kadar yerinde konuşabilirdi. İçinden silkindi omuzları. Ne olacağını umursamıyordu ve yaşadığı, yaşayacağı her şeyi de kârdan saymayı iyi biliyordu.

"Bitkileriniz yüzünden koruma büyülerimi etkinleştirmeyi, hatta direk defterimi unutmuş olabilirim Profesör ama korumak zorunda bile değilim aslında." Göz bebekleri büyümüştü biraz. Dirseği masayı bulmuştu ve kesilmesini beklemeden konuşuyordu ne dediğine dikkat bile etmeden. "Bir muggle olmadığınız için şükretmelisiniz, epey hırpalanacağınıza şüphe yok sahip olduğunuz değerleriniz ve elbette merakınızla." Pavel, oğlanı tüm Hogwarts boyunca kovalasa kimse karşı çıkmazdı galiba. Bir an ne dediğini fark edip yutkundu, içindeki aslanın dahi birkaç adım gerilediğini söyleyebilirdi. Neyse ki Pravdin, bayağı sabırlıydı ki hâlâ sakin sakin açıklamalar yapıyordu. Keskin tonuysa Łukasz'ın bariyerinin ötesini geçemiyor, yolu kesiliyordu. "Benim üstüme düşmez, biliyorum ama masum olduğunuza dair olan inancınızı kırmanız gelecekte işinize yarayacak bir derse dönüşebilir efendim. Söylediğim gibi ben hatamı kabullenmiş, affınıza da sığınmıştım." Tekrar gülümsedi, gözlerinin içinde kötü huylu, tatlı bir ışık parçası dolanıyordu. Pavel Pravdin bu defa ulaşmasını umduğu masasına tekrar dönerken o da kitabıyla defterini parmaklarıyla kavramış, saatlerdir kullanmadığı ayaklarıyla dengede kalmaya uğraşarak çıkışa yönelmişti. Beklemediği soruyla tam çıkıyorken başı yana eğilmişti, hahlayıp "Azizim, siz bitki sulayın, sadece bitki sulayın, hep bitki sulayın." demiş, boğazından kaçıp gelen kahkahasına da engel olamamıştı. Pavel'in korkularını bile önünde yaşattığı oğlanda görüp görebileceği, duyup duyabileceği en samimi şey olabilecekti uzun bir süre boyunca bu gülüşü ve her zerreciğinden de söylediğinin tam aksini kast ettiği anlaşılabiliyordu.
Back to top Go down
Pavel Pravdin
profesör asistanı profesör asistanı
Pavel Pravdin
Gerçek İsim : volk

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: Re: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar EmptyWed Jun 18, 2014 8:35 pm

Pavel Pravdin neyse ki (görünüşe göre) Czeslaw’ın iğnelemelerine karşı bir savunma mekanizması geliştirmişti yoksa içindeki Pravdin şimdiye dek uyanmış ve Lukasz’a artık kim bilir neler yapmış olurdu, hayal etmek istemezsiniz – ya da istersiniz... Asla gidemediği masasına bir kez daha gidememişken ve olduğu yere saplanmışken kulakları gençte ve söyleyeceklerindeydi. Karşısında başka bir asistan olmadığı için çok şanslıydı bu Gryffindor çünkü başka kimsenin içindeki uyuyan o Pravdin’e rağmen bu kadar sakin kalabileceğini sanmıyordu Pavel. Başka öğretmenlerle de arasında böyle atışmaların yaşanıp yaşanmadığını merak etti ve sonra bunu sorgulamasını komik buldu. Mutlaka yaşanmıştır, dedi. O sivri dilin kendine hakim olabildiğini düşünmüyordu zira eğer bunu yapabiliyor olsa şimdiye kadar susardı Lukasz sınıra yaklaştığını fark edip ama susmamıştı ve yaptığı her neyse ona devam etmişti. Ancak Pavel bu sefer içindeki o malum yönün dolunay zamanının birkaç dakika ötede olmasına rağmen kendini tutmayı başarmış ve sakinliğini korumuştu. Bu yüzden kendisiyle gurur duymalıydı çünkü o da bir Pravdin’e büründüğü zaman yaşanan şeylerden hoşnut olmuyordu. Gencin dediklerine bu kez karşılık vermedi Pavel. “Her şeye bir cevabın var, değil mi Lukasz?” dedi ve üstüne bir de gülümsedi ki bu da bayağı yeni bir şeydi çünkü geçen sefer bu zamanlarda Lukasz’a seramdan defol diye bağırmakla meşguldü. Ne de olsa insanlar değişirdi. Dilerdi ki Lukasz da şu iğnelerinin birazını üstünden silkeleyebilsin. Olacak şey değildi gerçi.

Masasına ulaşmanın zaferinin mutluluğunu yaşayan Pavel seradan çıkmak üzere olan çocuğa yönelttiği son bir sorunun cevabını aldığında yine güldü ama ilk gülen Lukasz olmuştu, yine de Pavel daha güzel gülmüştü çünkü atalarımız bile demişti son gülen daha güzel güler diye. Lukasz’ın da gülüşü güzeldi doğrusu. Aman Tanrım, burada neler oluyordu böyle? Az önce, kibar bir dille açıklamak gerekirse, ağzına etmekle meşgul olan gencin yaptığı espriye gülüyordu ve otoritesinin büyük bir depremle sarsıldığını hissetti. Bunun için üzülmedi ama, ileride üzülecek miydi onu da bilmiyordu henüz. Shakespeare göndermesi yaparak derslikte onu bir başına bırakan çocuğun arkasından bakakaldı ve bir süre düşüncelere daldı. Sorun şuydu ki bu düşüncelerin neler olduğunu hiçbiriniz bilemeyecektiniz çünkü bizler bayağı acımasız yazarlardık ve Tanzimatçılar gibi metnin ortasında konuya aynı bu şekilde dahil olmayı çok severdik. Neden sonra dalan gözlerini seranın girişinden çekmeyi ve masasına yöneltmeyi başardı ama yüzündeki o aptal gülümseme silinmedi. “Ben bu çocukla ne yapacağım?” dercesine güzel bir iç çekti ama dercesine çünkü amacı muhtemelen o değildi ama Tanrıların ona o içi çektirirkenki amacı bu da olabilirdi, kim bilir? Sandalyesini öne doğru çekti ve oturdu. Eline tüy kalemini aldı ve ona aniden uğrayan ilham perisinin etkisiyle Akdeniz Bitkileri Nelerdir kitabının sayfalarından birinin köşesine altılık bir bent yazdı. Öylesine yazdığı bu akrostişin baş harflerinin neler olduğu barizdi. Pavel bir dahaki karşılaşmalarının bundan ve bir öncekinden farklı olabileceğini; iğnelemesiz, atışmasız iletişim kurabileceklerini umdu.

Yine de fazla umutlanmak istemedi.
Back to top Go down
Pavel Pravdin
profesör asistanı profesör asistanı
Pavel Pravdin
Gerçek İsim : volk

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: Re: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar EmptyWed Jun 18, 2014 8:35 pm

SON
Back to top Go down
Sponsored content

baya güzel kapaklar Empty
PostSubject: Re: baya güzel kapaklar   baya güzel kapaklar Empty

Back to top Go down
 

baya güzel kapaklar

View previous topic View next topic Back to top 
Page 1 of 1

 Similar topics

-
» çok güzel olmuşsun sevilay.
» güzel saçlarımızı birbirimize dolasak yar

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
 :: Bitkibilim Seraları-